Özlemek

 


      Şu sıralar hepimizin hissettiği duygu, "özlem". 

      Kimimiz eski normallerini, kimi sokaklarda özgürce derin nefes alarak yürümeyi, kimi arkadaşlarını, pandemiden önceki yaşamını, belki kaybettiği sevdiklerini, bir mekanı... Ama nihayetinde hepimizin ortak hissi özlemek.

     Çok derinlerde acıtan, ara ara kendini hatırlatan, eskiden ne güzelmiş her şey dedirten türden. Hayatlarımızda son bir yılda ne çok şey değişti öyle değil mi? Bir arkadaş sohbetine, bir çift mutlu bakan göze, en çok da özgürlüğümüze hasret kaldık.

     Benim için de bu değişimlerin üstüne bir bu kadar daha eklenince bu duruma kafa yormaya başladım. İnsanlar neden bu hisleri yaşar? Bu kadar özlem duymaya sebep aslında o anı yaşarken hakkını verememek, kıymetini bilememek ve sonrasında gelen pişmanlık yatıyor olabilir mi? 

     Bu soruların cevabı aslında hepimizin içinde saklı bir yerlerde. Ben çocukluğumdan beri aşık olduğum bir şehre tam da kavuşmuşken, orada yaşamanın tadına varmışken aşık olduğum başka bir sebepten oradan ayrılmak durumunda kaldım. Evlendim ve hayatımda tahmin edebileceğimden çok daha fazla şey değişmeye başladı. Güzel değişimler de oldu, alışmakta zorlandıklarım da. Ama her değişim bana şunu gösterdi ki; aslında hayatta kalıcı olan hiçbir şey yok. Bizler bile ebedi değilken bunu diğer her şeyden beklemek haksızlık olurdu. Her an her şey değişebiliyor. Hayatınızda her şey yolunda giderken bir gün sonra neyin sizi beklediğini tahmin etmek çok zor. Bir anda alt üst de olabiliyor, ya da bir bakmışsınız çiçekler açıyor, ruhunuz güzelleşiyor, huzurla doluyorsunuz. O yüzden bana kalırsa hayatta var olanlara gereğinden fazla anlam yüklemek de fuzuli bir çaba haline geliyor.

      Bazı yaşantılar da tam olarak ders niteliğinde bir şeyler öğretiyor size. Bazı şeyleri daha net görmenizi sağlıyor. Durup bir düşününce, kendi kendinize kaldığınızda o sesi dinlediğinizde aslında çok şey anlatıyor. "Yaşadığın anın hakkını vermek" bu o kadar değerli ki. Sürekli geçmişe bakarak sadece yaşadığımız anları kaçırıyoruz. Ya da geleceği düşünerek, kaygılanarak, bundan 15-20 yıl sonrasını belki de hiç göremeyeceğimiz zamanları...

     Bu korkular öyle tek başına da gelmiyor, beraberinde ölüm korkusunu, çeşitli obsesyonları, anksiyete nöbetlerini de beraberinde getiriyor. Bunu günlük yaşantımızda çok fazla fark edemiyoruz. Rutinlerimiz haline gelmeye başlıyor. Çoğu zaman bir sorun olarak görmüyoruz bile. Hayat kalitemizi nasıl da olumsuz etkilediğini fark edemiyoruz. Belki de nasıl bu döngüden çıkabileceğimizi bilmiyoruz.

    Çözümü tek bir cümleyle özetlemek çok zor. Her birimizin hayatları, bugüne getirdikleri, eteğindeki taşları, yaraları çok farklı. Ama ortak bir çözüm yolu olarak kendinle sohbet, içindeki sese kulak vermek, durup bir düşünmek ve yaşadığın duyguları değerlendirmek, nedenlerini sorgulayabilmek, bazen en karanlık taraflarınla yüzleşebilmek ve kabul etmek derdim. Doğrusuyla yanlışıyla hayat hepimizin çünkü. Mükemmel olmak zorunda değiliz. Hiçbir şey mükemmel değil...

    



















Yorumlar

Popüler Yayınlar