Gezi Notları Paris 2.Gün

     
       Yeni bir gün kaldığımız yerden devam. Bugün şairler ve ressamların uğrak noktası Montmartre'a gidiyoruz. Buraya teleferikle çıktık. Çıkarken binbir tembihler. Meğer yankesicilik hırsızlık olayları çokmuş burda. Afrikalı yoğunluğu fazla bir mahalle. Rehberin anlattığına göre burada yaşayan azınlığa geçmişten günümüze zulümler ayrımcılıklar yapılmış. Bu yüzden yaşayan bu azınlık topluluk nefret içerisinde fransızlara karşı. O yüzden de intikam alıyorlarmış birnevi. Yolsulluk da cabası tabi. Paris'in yoksul sokaklarını iyi biliriz Victor Hugo'dan, Zola'dan. Neyse çıktık teleferikle bu ressamlar tepesine.
       Öncelikle burada bir durun bakalım. Gözlerinizi şimdi kocaman açın. Etrafa bakın. Manzara tüm Paris'i gösteriyor. Bir Eyfel manzarası değil tabi ama hiç de fena değildi. Burada Sacre Coeur Bazilikasına giriyoruz. Bu katedral ve bazilikalara ilgim Paris'ten ileri gelir. Hepsi bir sanat eseri adeta çünkü. Sacre Coeur fransızca da Kutsal Kalp anlamına geliyor. Bu mimari eserin yapımında kullanılan kalker taşları da oldukça ilginç aslında. Yağmur suyu ile kendi kendini temizleyebilen bir özelliği var. Bu nedenle bazilika her daim bembeyaz ve temiz kalıyor. Klisenin detaylarında da gül penceresi ve gargoyları görebilirsiniz. Buradan çıktığımızda Montmartre'ın sıra sıra ressamların yağlı boya tablolarıyla birlikte yerini aldığı ufak bir meydanı var oraya geçiyoruz. Buraya gelirseniz etraftaki şarap evlerinde rokfor ve blush denemenizi öneririm oldukça keyifli hissettiriyor. Buradan yürüyerek aşağı iniyoruz.
      Bir manzaradan diğerine bu kez durağımız zamanında bir fuar için geçici olarak yapılmış olan ve günümüzde en çok ilgi gören yerlerden biri olan Eyfel kulesi. Eyfel'e çıkmak için bilet alırken size 2 seçenek sunuyorlar. Biri, orta seviye normal insanların çıkabileceği ve aslında Paris'in her noktasını da görebilen kısım diğeri, üst seviye yani en yüksek sivri kısmı. Buraya çıkabilmek biraz yürek ister yalnız. Rüzgarda fazlasıyla sallanıyor. Eyfel konusunda fransızlarla aynı fikirdeyim sanırım. Bir estetiği olmayan demir yığını gibi duruyor. Yine de manzara efsane tabi.
   Akşam yemeğe Şanzelize caddesine gidiyoruz. Burada yerel tatları denemek isterseniz soğan çorbası öneririm. Yemekte fazla vakit kaybetmeden kapitalizmin bizlere armağanı alışveriş çılgınlığı ünlü mağazalara göz atıyoruz. Bir ara Sephora'da kendimi kaybediyordum. Şaka şaka sadece yerel havayı solumaya çalışıyordum:) Ve gün bitiyor yarın büyük gün. Çocukluk hayalim Disneyland'a gidiyoruz takipte kalın...

Yorumlar

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar