Gezi Notları Amsterdam 1.Gün

   

       Paris'ten sonraki durağımız Amsterdam oldu. Burayı çok merak ediyordum. Aslında Belçika ve Lüksemburg'a uğrayarak geldik. Yolda Lüksemburg'a uğrayıp hediyelik eşya, içki vs alabilirsiniz. Avrupa sınırları içinde en uygun yerlerden biri. Amsterdam'a giderken hollandalıların tabiriyle Den Haag bizim bildiğimiz adıyla Lahey'e uğradık. Burada yüksek adalet divanı bulunuyor. Bahçesi ve saray mimarisi etkileyiciydi. Daha sonra burdan Delft'e uğradık. Tam bir masal diyarıydı. Küçük bir üniversite şehri. Ulaşım genellikle bisikletlerle sağlanıyor. Yerler arnavut kaldırımı. Kanallar şehre ayrı bir hava katıyor. Her yer yeşillik. Filmlerde gördüğümüz türden bir mimari. Pasta gibi sıra sıra dizilmiş evler. Bu kısmı Amsterdam'a çok benziyor fakat sosyal hayat açısından nispeten daha durağan, kendi halinde bir şehir. Bir gün kafa dinlemek isterseniz kesinlikle burayı tercih edebilirsiniz. Şehrin resmen bir ruhu var. Size bir şeyler anlatıyor. Kulak verirseniz duyabilirsiniz. Kendime buraya bir gün tekrar geleceğime dair sıkı bir söz verdim bile. Neyse birkaç saat bu güzel şehri keşfettikten sonra Amsterdam'a doğru yola çıkıyoruz. Burada toplam 3 günümüz var. Benim için her saniyesi çok değerli. Mevsimlerden yine kışın ortası. Hava buz gibi. Ama şehrin bir sıcaklığı var sanki. Doğası gerçekten tablo gibi. Amsterdam fotoğrafçıların da uğrak noktası. Her yer kanalların üzerine kurulu sıra sıra rengarek evlerle dolu. Bu evler Unesco dünya mirası listesinde yer alıyor. Oturanlar aslında biz gözlemciler kadar mutlu değilmiş duyumlarıma göre. Unesco'nun kurallarına uymaları gerektiği için eve çivi bile çakılamıyor anlayacağınız. Hatta kanalların üzerinde de evler var. Bunu kanal turu yaptığımızda daha yakından görebildik. Evler minyatür gibi olsa da iç dizaynları çok hoştu. Her santimini çok iyi kullanmışlar. Hollandalılar da küçük insanlar değil sonuçta boy ortalaması yaklaşık 1.78,1.85 arasıdır diye tahmin ediyorum. O küçücük evlerde nasıl yaşıyorlar bilemiyorum. Fiyatlarıda oldukça yüksekmiş bu evlerin. Bu arada kanal turu yaparken Hollanda'daki türk nufüstan ötürü sanıyorum ki türkçe dil seçeneği de mevcut. Şehrin hikayesine rahatlıkla akıcı bir dille anlatıyor kulaklığın diğer ucundaki rehber. Kanalın diğer tarafında Anne Frank'ın evi var buraya gitmenizi tavsiye ederim. Ailesini II.dünya savaşı sırasında kaybediyor ve Almanya'daki nazi zulmünden kaçıp Amsterdam'a yerleşiyor. Aynı isimde bir hatıra kitabı da var. Amsterdam bildiğiniz üzere özgürlükler şehri ve birçok da daha önce görmediğiniz mekanlar, alışkanlıklar, müzeler ve insanlar görebilirsiniz. Burada tamamen içi buzdan yapılmış bir kafe var. İçeri de masalar, koltuklar, bardak,tabak her şey buzdan. Kışın ortasında gitmek yanlış bir seçim olsa da görülmeye değerdi. Tren garının hemen arkasında Amstel meydanında bu kış aylarında kocaman bir buz pateni pisti kuruluyor. Patenlerinizi alıp keyifli atmosferin tadını çıkarabilirsiniz. Madame Tussuo müzesinin hemen karşı çaprazında Primark var. Burda uygun fiyatlı bir sürü ıvır zıvır hediyelik, hatıra, kıyafet,ayakkabı ne ararsanız bulabilirsiniz. Yavaş yavaş hava kararmaya başlıyor. Bizim de karınlar acıktı tabi. Amsterdam'a geldiğinizde kesinlikle peynir ve balık yemeden dönmeyin. Meşhur Hollanda peynirini şiddetle tavsiye ederim. Balık olarak da dışı paneli çok lezzetli balık ve midyeleri tavsiye ederim. Yemekler on numaraydı bence. Hava kararınca dar sokakları aşıp Amsterdam'ın olmazsa olmaz o meşhur sokağı Red Light'a gidiyoruz. Burada gördüğüm kültür şoku unutulmazdı. Aslında vitrinde gördüğümden ziyade buradan çoluk çocuk hep birlikte güle oynaya geçen ailelere daha çok şaşırmıştım. Bu yaşıma kadar bize öğretilen ve belki de dayatılan tabuların hiçbiri yoktu. Red Light'la günü noktalayıp dinlenmek üzere odama çekiliyorum. Ertesi gün çok tatlı bir kasabaya ve peynir yapım yerine gideceğiz takipte kalın:)